lunedì 29 gennaio 2018

Jalalabad e l'intervista immaginaria 2 - translation: English -Turkish - Dari

English

JALALABAD AND AN IMAGINARY INTERVIEW


An acrid smell of smoke rises from the bottom of the alley. It takes one’s breath away, dries the throat. Not the eyes. The eyes are wet with condensation, bitter drops that have not  melted to form tears. Tears that do not yet line the face, the breast, these hands. Not anymore. And I am here. I cross the arch to where a King resides. I am here for an interview. A few questione - easy, for those who can comprehend better than others.
Q: Your Majesty, pardon me for the interruption, for intruding into your silence, but the people -  your people - need your words. They need them so as not to lose themselves. Pretend that you do not see me. I am only a spokesperson, an emissary, a mediator, nothing more. But, please tell me: What’s happening to your people, to your country, here in Jalalabad?
-      Jalalabad. My dear lady, may be you don’t know but here, exactly here in Jalalabad, with marching music, with a formal salute, my army took an oath for loyalty. I remember it was Thursday, in month of February – the 27th day, to be exact. The year was 1919.

Just three days prior to that, I made a speech to the people: “I will be the head of a totally independent state” I said. I unsheathed my sword. “ I will not put this sword back in the scabbard until Afghanistan is totally free and independent – an Afghanistan of the Afghans. Ya Esteqlal, Ya Marg! Independence or Death! I promised this. This is still what I believe! My dear lady, now you are asking me why these things are happening, since a very long time, and what can I say?

Q: Majesty, if you were to lead your country, your people, right now, what you would do?
-      I was betrayed. After painful experience, and with the knolwedge we have today,  the country, would not be occupied, Afghans would be liberated. Of course you know that in the history there were three Anglo-Afghan wars. You know that in those times, Pakistan as a state did not exist, and it was British-India that lay beyond our frontier. You know that the British started the first two wars, and thereafter our country wass oppressed under British rule. But not the third one. During the third War, the one in my time, for the first time in the history of the British Empire history, we were the ones who provoked, attacked..and won!  Afghan independence, after almost a century of foreign rule, was gained.

Q: And your sword?
-      My sword, as I promised, was returned to its scabbard. Total independence, for a people, is an absolute necessity. It canot be taken away!!!

Q: Majesty, I read that for your official visit in Europe, journalists wrote: “We will be receiving a King who defeated the British Empire.” This announcement, made by Europeans, showed an awareness of what was happening. Don’t you think so?
-      Yes, I do remember the articles and the banners on the streets. But you know dear lady, in England, exactly on that official visit, in front of the huge crowd that welcomed me, Sir Frances Humphreys,  ambassador of the British Empire and my chaperon said: “Do you see all these? These are in your honor, Your Majesty.” I did  not believe him, not even for an instance. I told him, in French: ‘Je ne crois pas’ ”. And he remained silent.

The British, dear lady, when they shake your hand, with the other one they will stab you. The same is done by the Americans,  with less intelligence, less culture and less elegance. Is there anything else you wish to ask?
Q: Yes, Majesty, only one last thing…
-      Tell me.
Q: I know that your reign, sadly, lasted only for ten years. I ask myself: how come after all the reforms, the modernization you introduce to the country, including liberal education for both men and women, the removal of the veil for women, industrial and infrastructural advances, respect for other religions, equality among ethnic groups, and many more -  why did these end? Why, in spite of the love of your people who still remember you with regret?
-      This gives me much pain, and makes me feel impotent. When one is young, one falls in love and feels desire, and one payd no heed to danger. The stranger on the frontier line stoked the passions of religious extremists, paid traitors, deceived through spies. His motto was later found among the documents of a British officer. It was written as such:“Some battles can be lost, but the ultimate one must be won, with cash and dynamite. Everyone can be corrupted.” Dear lady, there is one sentence in one of your gospels which says: “One must be guileless as doves but astute as snakes.” I forgot the second part.

Q: Majesty, now I want your thoughts for your people from Kabul to Ghazni, from Mazar-i Sharif to Herat and to Jalalabad. All are your people. And then I will leave you in peace. 
-      Over the passage of time, among all the countries in the world, there was a small but exceptional group, an elite part of the whole. I am speaking of young Afghans. Remember: You are exceptional, and you are sisters and brothers of the unique one nation: Yek Watan. I am sure that inspite of all the destruction our nation has suffered, the spark of my people blaze under the ashes and thanks to all of you, the nbation will rise again! Do not be afraid!

Q: Thank you Majesty.



MARİKA GUERRİNİ

Translation from Italian:  Humeyra Gücük

NOTE

King Amanullah, the protagonist of this amazing imaginary interview, ascended to the throne at the age of 27. He ruled for 10 years,  a rule marked by dramatic political and social change. He went in to exile before completing his 37th age. (Kingdom 1919-1929). He died in 1960. His mortal remains rest in a mausoleum in Jalalabad.



*****

Turkish

 CELALABAD VE SANAL BİR SÖYLEŞİ

Yolun ucundan yükselen buruk bir duman kokusu. Nefesi keser, boğazı kurutur, ama gözlerideğil, gözleri kurutmaz: Gözler, yoğunlaşmış yaşlarla ıslanmış, yüz boyunca upuzun bir çizgi gibi, göğüse ve ellere kadar inmek için eriyip gözyaşı şeklini almamış acı damlalar. Ve ben buradayım. Bir Kral’ın bulunduğu yere gitmek için kemerden geçiyorum. Birçoğundan daha iyi kavrama yeteneği olan kişiye, birkaç sade soru, ile görüşme yapmak için buradayım.
·         Majeste, halkın size ihtiyacı var, sizin huzur içindeki mekânınıza izinsiz girdim, sessizliğinizi bozdum, özür dilerim. Fakat halk, sizin halkınız, halkınızın sizin sözlerinize, kendilerini kaybetmemek için ihtiyacı var. Beni görmezden gelin, ben sadece bir konuşmacıyım, bir temsilciyim, bir aracıyım, başka hiçbir şey değilim. Fakat, rica ederim bana burada, Celalabad’da,söyleyin,  halkınıza ne oluyor? Ülkenize ne oluyor?
·         Celalabad, sevgili hanımefendi, belki bilmiyorsunuz fakat tam burada, bizim ordumuz, bando marşıyla ve esas duruşuyla, bana bağlılık yemini etti. Hatırlıyorum, Perşembe günüydü, 1919’un Şubat ayı, ve 27’inci günü idi. Ondan üç gün evvel, halka bir konuşma yapmıştım: “ Tam bağımsız bir Devletin başında olmak istiyorum” demiştim. Ve daha sonra kılıcını kınından çıkararak “ Afganistan tam bağımsızlığını elde edinceye kadar bu kılıcımı kınına koymayacağım, Afganistan Afganlarındır” Ya Esteqlal ya Marg” yani “Ya İstiklal, ya ölüm”. Onlara bu yemini ettim ve bu gerçekten benim fikrim sevgili hanımefendi. Siz bana şimdi bütün bunların neden bu kadar uzun bir zamandan beri devam ettiğini soruyorsunuz? Ne diyebilirim ki?
·         Majeste, eğer şimdi ülkenizi, insanlarınızı yönetmiş olsaydınız, ne yapardınız?
·         Eğer, içimde bugünün deneyimi ve bilinci olsaydı, çünkü o zaman iyimser düşüncelerim yüzünden aldatılmıştım,  ülke, istila edilmezdi, işgal edilmezdi, Afganlar buna izin vermezler, ve böyle bir şey olsa dahi, Sovyet işgali döneminde olduğu gibi, sonuçta özgürlüklerine kavuşurlardı. Elbette, biliyorsunuzdur ki, tarihte üç İngiliz-Afgan Savaşı olmuştur. Biliyorsunuz ki, o zamanlar, Pakistan diye bir Devlet yoktu.  Dolayısıyla, bizim sınırımızın ötesinde Britanya Hindistan’ı vardı. Biliyorsunuz ki ilk iki savaş, Britanya’nın arzusu ve kışkırtmasıyla gerçekleşmiş ve sonucunda da ülke, Britanya’nın  vesayeti altında ezilmiştir. Fakat üçüncüsünde öyle olmadı, üçüncü savaş ile, yani benim zamanındaki savaşta, Britanya İmparatorluğu tarihinde ilk kez, onları kışkırtan, saldıran ve neticesinde de kazanan, biz olduk.  Bağımsızlık, aşağı yukarı bir yüzyıllık vesayetten sonra, kazanılmıştı.
·         Ve kılıcınız?
·         Kılıcım, söz verdiğim gibi yeniden kınına girdi. Tam bağımsızlık, bir halk için, mutlak gerekliliktir ve süreklidir.
·         Majeste, Avrupa’ya resmî ziyarete gittiğinizde gazetecilerin, “ Britanya İmparatorluğunu bozguna uğratan bir kralı karşılayacağız” diyen yazılarını okumuştum, Avrupa tarafından yapılan bu bildirim bir çeşit farkındalıktı. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
·         Evet, gazete makalelerini ve yollardaki afişleri hatırlıyorum. Fakat biliyormusunuz sevgili hanımefendi, tam o resmî gezi için İngiltere’deyken, beni selamlayan büyük bir kalabalığın önünde, Britanya İmparatorluğu nezdinde benim mihmandarlığımı yapan Sir Humphrys, ”Görüyormusunuz, bütün bunlar sizi şereflendirmek için” demişti, ve ben ona bir saniye için bile inanmamıştım. Ve fransızca olarak “Je ne crois pas” demiştim. O da o vakit, sessizliğe bürünmüştü. Britanyalılar sevgili hanımefendi, bir elleriyle tokalaşırlarken, diğer elleriyle de kamalarını sıkarlar. Aynısı Amerikalı eklentileri tarafından, daha az zekâ, daha az kültür ve daha az zarafet ile yapılıyor. Şimdi, bana daha ne soru soruyorsunuz? Şimdi herşey daha açık değil mi?
·         Evet Majeste, sadece son birşey…
·         Söyleyin
·         Sizin Krallığınızın maalesef sadece on yıl sürdüğünü biliyorum. Çok sayıda reform yaptınız; kız ve erkeklerin serbest eğitimi, kadınlarda peçenin kaldırılması, sanayi ve altyapıda ilerleme, başka dini inanca sahip kişilere saygı, bütün etnik gruplara eşitlik gibi, yenilikleri bu ülkeye getirdiniz, Size bu kadar büyük bir sevgi ile bağlı olup, hâlâ sizi üzüntüyle yâd eden bu halka rağmen neden krallığınızın sadece on yıl sürdüğünü kendi kendime soruyorum. Majeste gördünüz mü, size bir soru daha yönelttim?
·         Ve bu bana daha fazla acı veriyor. Çünkü kendimi güçsüz hissetmeme neden oluyor. Bunlar ancak, sevgi ve arzunun, tehlikeyi görmene engel olabilecek genç yaşında oluyor. Sınır boyundaki bir yabancı, sınır dahilindeki aşırı dincilere kendini yarandırır, hainlere para verir, içeriye sızmış casuslar aracılığı ile iftira yayar. Bu kişinin şifreleri, daha sonra bir Britanyalı subayın evrakı arasında bulunmuştur. Bu şifrede şu yazıyordu: bazı savaşlar kaybedilebiliir, fakat en sonuncusu mutlaka kazanılmalıdır, dinamit ve para ile herkes satın alınabilir. Sevgili hanımefendi, sizde bir dini ifade vardır: “Bir kişi kumru gibi içten ve yılan gibi açıkgözlü olmalıdır”. Ben ikincisini unuttum.
·         Majeste, Kâbil’den Gazne’ye, Mezar-ı Şerif’ten Herat’a, Celalabad’a, tüm halkınız ile ilgili düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum, buralarda yaşayanlar hep sizin halkınız. Daha sonra da, sizi, sessizliğinizle başbaşa bırakacağım.
·         Tarihin akış sürecinde, bütün dünya ülkelerinde küçük bir insan topluluğu olmuştur. Bu elit topluluk müstesna bir topluluk olup arkasından bütün halkı sürüklemiştir. Bu topluluk sizler gibi genç Afganlardan oluşmuştur. Hatırlayın! Sizler bir Ulusun evlatlarısınız. Tek Vatan! Ben eminim ki, bunca yıkıma rağmen benim halkımın kıvılcımı, küllerin altından parlayacak ve sizler sayesinde yükselecektir. Korkmayın!
·         Teşekkürler Majeste.

 MARİKA GUERRİNİ
Translation from Italian : Humeyra Gücük

NOT          
Kral Amanullah Han, bu muhteşem hayali mülakatın baş kahramanı tahta 27 yaşında iken çıktı ve 37. Yaşını tamamlamadan sürgüne gitti (Kraliyet dönemi 1919-1929) 1960 yılından beri Celalabad’daki türbesinde yatmaktadır.



*****


Dari















translation: Aziz Kamali

*****




sabato 27 gennaio 2018

Jalalabad e l'intervista immaginaria 1 - in lingua originale

...  E’ acre l’odore di fumo che s’alza dal fondo della via. E mozza il respiro. E la gola si asciuga. Non gli occhi, gli occhi no. Gli occhi sono umidi di gocce rapprese, amare gocce che non si sciolgono a formare lacrime. A rigare il volto, il petto, le mani. Non più. E sono qui. E attraverso l’arco che porta alla dimora di un Re. Qui per un’intervista, poche domande, semplici, a chi più d’ogni altro può comprendere.


-Maestà, la gente ha bisogno di Lei. Perdoni l’intrusione nel Suo silenzio, l’interruzione, ma la gente, la Sua gente, ha bisogno delle Sue parole. Ne ha bisogno per non perdersi. A me non faccia caso, io sono solo un portavoce, un emissario, un tramite, nulla di più, ma, La prego, mi dica: cosa sta accadendo al Suo popolo, al Suo Paese, qui a Jalalabad? 
 - Jalalabad… cara signora, forse Lei non sa, ma qui, proprio qui, a Jalalabad, il nostro esercito, al suono della banda e al saluto a salve, mi giurò fedeltà. Ricordo che era un giovedì, che era il mese di febbraio, il giorno 27 del 1919. Solo tre giorni prima avevo parlato al popolo: Voglio essere il capo di uno Stato totalmente indipendente, avevo detto, poi, sguainata la sciabola: Non rimetterò questa sciabola nel suo fodero, finché l’Afghanistan non sarà totalmente indipendente. L’Afghanistan agli afghani. Ya esteqtal, ya marg, che vuol dire: O indipendenza o morte! Questo avevo giurato loro, questo è ancora il mio pensiero, cara signora. Ora lei mi chiede perché, perché sta accadendo quel che sta accadendo oramai da anni, ed io, cosa posso risponderle?
- Maestà, se fosse Lei, ora, alla guida del Suo Paese, del Suo popolo, cosa farebbe?
 - Se ci fossi io, ora, con l’esperienza e la consapevolezza di ora, perché allora fui tradito anch’io a causa di mie ingenuità, il Paese non sarebbe stato invaso e non sarebbe occupato, gli afghani non l’avrebbero permesso e comunque se ne sarebbero liberati, come è accaduto con i sovietici. Lei di certo sa che nella storia ci sono state tre guerre anglo-afghane, sa che al tempo il Pakistan non esisteva ancora quale Stato a sé, quindi era l’India britannica al di là dal nostro confine. Lei sa che le prime due guerre erano state volute e provocate dagli inglesi e che il Paese era stato sottoposto a tutela britannica. Ma la terza no, con la terza guerra, quella del mio tempo, per la prima volta nella storia dell’Impero britannico, fummo noi afghani a provocarla, ad attaccare e… vincere! L’Indipendenza, dopo quasi un secolo di tutela, era stata raggiunta.
- E la Sua sciabola?
- La mia sciabola tornò nel suo fodero, come promesso. La totale indipendenza è per un popolo una necessità assoluta e imprescrittibile.
- Maestà, ho letto che nel suo viaggio in Europa, giornalisti scrissero: Riceveremo la visita del re che ha sconfitto l’impero britannico, questo denuncia, da parte europea, una certa consapevolezza, non crede?
-Sì, ricordo gli articoli e gli striscioni sulle vie. Ma, vede, cara signora, quando in Inghilterra, proprio in quel viaggio, davanti ad una massa di gente che mi augurava il benvenuto, mi fu detto da Sir Humphrys, referente per l’Impero britannico e mio accompagnatore:  Vede, tutto questo è in suo onore, io non gli credei neppure per un attimo. E glielo dissi, in francese, ma glielo dissi: Je ne crois pas, gli dissi. E lui tacque. Gli inglesi, cara signora, mentre ti stringono la mano, nell’altra stringono il pugnale e lo stesso fa la loro appendice americana, benché con minore intelligenza, minore cultura e senza eleganza.  E allora, cosa mi chiede, non le sembra tutto chiaro?
- Sì, Maestà, solo un’ultima cosa…
- Mi dica.
- So che purtroppo il Suo Regno ebbe una durata di soli dieci anni e mi chiedo come mai con tutte le riforme e la modernizzazione da Lei apportate al Paese, compresa l’istruzione libera per ambo i sessi, l’annullamento del velo per le donne, l’avanzamento industriale, delle infrastrutture, il rispetto per gli altri credo religiosi, l’uguaglianza tra le etnie eccetera, perché solo dieci anni, malgrado l’amore del Suo popolo che tuttora lo ricorda con rimpianto? Ecco Le ho posto un altro perché, Maestà.
- E questo è ancor più doloroso perché mi fa sentire impotente, ma può accadere in giovane età, quando il desiderio d’amore fa sottovalutare il pericolo. Lo straniero al confine, si avvalse degli estremismi religiosi interni, comprò traditori, diffamò attraverso spie infiltrate. Il suo motto, trovato poi tra le carte di un ufficiale inglese, diceva così: si possono perdere alcune battaglie, ma bisogna vincere la definitiva, con i soldi e la dinamite si può corrompere tutti. Cara signora, c’è una frase in uno dei vostri Vangeli le cui parole dicono: bisogna essere candidi come colombe e astuti come serpenti, io la seconda parte l’avevo dimenticata.
- Maestà, ora vorrei soltanto un pensiero per il Suo popolo da Kabul a Ghazni, da Mazar-i Sharif ad Herat a Jalalabad, il suo popolo tutto, poi la lascerò al Suo silenzio.
-  Nel corso della Storia, in tutti i paesi del mondo c’è stato un piccolo gruppo eccezionale, un’élite che ha trainato dietro di sé tutto il popolo. Questo gruppo eccezionale è formato da voi giovani afghani. Ricordate: siete tutti fratelli di un’Unica Nazione, Yek Watan. Io sono sicuro che malgrado tutte le distruzioni, la scintilla del mio popolo arde sotto le ceneri e grazie a voi risorgerà! Non abbiate paura!
-Grazie Maestà.

Nota
Re AmanUllah, protagonista di questa eccezionale intervista immaginaria, salì al trono all’età di 27 anni, andò in esilio prima di compiere  il suo 37esimo anno di età ( Regno 1919-1929). Riposa dal 1960 nel Suo mausoleo di Jalalabad.

Marika Guerrini


immagine: Re Aman Ullah ( foto originale per gentile concessione della famiglia)